Kent konseyleri ilk kurulduklarında haklı olarak yerel siyasetin sessiz devrimi olarak nitelendirilmişlerdi. Böylece kentin gerçek sahipleri yerel yönetimlerine katılabilecek, hesap sorabilecek, kent konseyleri aracılığı ile katılımcı ve doğrudan demokrasiyi hayata geçirebileceklerdi.
Ancak ülkemizde ki süreç böyle işlemedi ne yazık ki.
Çünkü Kent konseylerine benzer oluşumlar daha çok gelişmiş demokrasiler için düşünülmüştü. Örnekleri batı Avrupa ülkelerinde var ve oralarda oldukça saygın bir konuma sahipler. Bizim gibi demokrasiyi tam içselleştirememiş toplumlarda yerel yöneticiler, bu kurumları ya herhangi bir dernekmiş gibi, ya da hesap soracak, sorun yaratabilecek, sesi kısılması gereken kurumlarmış gibi değerlendiriyor ve öyle davranıyorlar. Yerel yöneticilerin bu yaklaşımı konseylerin halk arasındaki algı ve itibarını olumsuz etkiliyor, dolaylı olarak kent demokrasisine uzun vadede kalıcı, onarılması güç zararlar da veriyor.
Durum böyle olunca, kaderi yerel siyasetçilerin eline terkedilmiş kent konseyleri, bırakın sessiz devrim yaratmayı, varlıklarını sürdürme çabası içine düşen kurumlara dönüştüler. Bir dönemin köy enstitüleri ruhunu içinde barındıran kentlerin bu halk meclisleri, umarım bir gün onlarla aynı kaderi paylaşmazlar. Bu yüzden kent konseylerine sahip çıkmak, ülke geleceği ve demokrasisi açısından her aydınım diyen vatandaşın görevi olmalıdır. Teknoloji ve demokrasilerin çok daha gelişmiş olduğu geleceğin dünyasındaki kentleri, kent konseylerine benzer oluşumların yöneteceğini söyleyenler şimdiden çoğalmaya başladı bile…
Tam da bu yüzden koşullarımı zorlayarak son üç yıldır Seferihisar Kent Konseyi Başkanlığı ve son bir buçuk yıldır İzmir Kent Konseyleri Birliği Dönem Sözcülüğü görevini üstlendim. Geçen bu süre içinde yaşadığım hayal kırıklıkları kent konseylerine olan inancımı zayıflatmadı, aksine daha fazla sahip çıkılması ve güçlendirilmesi gerektiği duygusunu yarattı. Çünkü “Siyaset, siyasetçilere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir.” sözünün anlamını görev yaptığım bu süre içinde çok daha iyi anladım.
Yerel yöneticilerin yönettikleri kente verebilecekleri en büyük hediye, o kent halkının da aktif olarak içinde olacağı bir yerel demokrasi modeli yaratmak olmalıdır. Belediye başkanlarımızın çoğunun bu anlayış ve donanımdan uzak oluşu, sorunun önemli başka bir kaynağını oluşturduğu düşüncesindeyim.
Aynı kaderi paylaşan kentin insanları olarak bizi birbirimize karşı ötekileştiren inanç ve ideolojiler yerine somut ortak sorunlarımız etrafında sevgi, saygı, vicdan, hak, hukuk çerçevesinde çoğalarak bir yerel demokrasi modeli yaratabileceğimize yürekten inanıyorum. Bu potansiyel bizde var çünkü. Yeter ki önyargısız birbirimizi dinleme sabrını ve erdemini gösterebilelim. Bunu başaramadığımız sürece kuru yakınmaların ötesine gidemeyecek, sadece oyuncuları değişen aynı filmi tekrar tekrar izlemeye devam edeceğiz.
Güzel bir hafta dileğiyle sevgi ve demokrasi ile kalın.