Diğer bir adı ile toplumsal körleşme olan kültür kirliliği, sinsi seyreden ve çoğu zaman geç fark edilen bir toplum hastalığıdır.
İnsanların neredeyse tamamı kendilerine ezberletilen yaşam kültürleri üzerinden yaşamlarını sürdürürler. Yani insan içinde doğduğu kültürün bir ürünü olur. Sonra da o yaşam kültürünün bir parçasına dönüşür, hatta daha sonra bekçiliğine bile soyunur.
Kültürlerin de insanların gibi bir ömrü vardır. Uzun yaşayan kültürler kendini güncelleyebilen, değişime en iyi adapte olabilen kültürlerdir. Değişime direnen kültürler zaman içinde yaşadıkları toplumlara faydadan çok zarar vermeye başlarlar. Bunlara kirlenmiş veya güncelliğini yitirmeye başlamış kültürler de diyebiliriz.
Devinen ve değişen her şeyle birlikte değişmeyip kendini güncelleyemeyen kültürler, ya daha baskın bir kültürün sömürge aracına dönüşür ya da doğal seleksiyona uğrayarak yok olur.
Vahşi kapitalizmin at oynattığı günümüz dünyasında ne yazık ki bazı ideolojiler ve dinler gibi kirlenmiş kültürler de Dünya sömürü düzeninin bir parçası durumuna gelmişlerdir. Çünkü kültürü kirlenmiş toplumlarda her şey bulanık görünür ve artık o toplum kendi hastalıklarını bile göremeyecek kadar gerçekleri seçemez hale gelir.
Ekonomiden siyasete, sosyal yaşamdan sanata, bilime kadar kirlilik her alana nüfuz etmiş ise eğer o toplum artık hasta olmuş demektir.
Sonuç; yok oluşa giden yoldur. Çünkü doğa kirliliği sevmez. Temiz kalıp kendine ayak uyduranları korur, uyduramayanları eler.
Tarih bunun örnekleri ile doludur. Ancak bu örneklerden yararlanabilmek için bile kirlenmemiş temiz bir kültürün sağlayacağı net ve objektif bir bakışa ihtiyaç vardır.
Sevgiden beslenen bilim sanat ve felsefe kültür kirliliğinin panzehiridir ve bu temiz bakışı topluma sağlayan disiplinlerin başında gelirler.
Filozof, bilim insanı ve sanatçıların siyasetçilerden daha saygın bir toplumsal statüye sahip olmalarının gerçek nedeni de budur. Bu üç disiplinden yeterince nasibini alamamış siyasetçi ise eksik siyasetçidir..
Sevgiyle kalın...