“Gençlik başımda duman, ilk aşkım ilk heyecan…” sanırım bu sözler ile başlayan güzel şarkıyı hatırlıyorsunuzdur.
Boyumuzun bir karış üstünde gezdirdiğimiz, Sevdalı Bulut aklımıza sebep olan kimyasal değişiklik ile alakalı olmasa da kayıp kuşak 1960 lı ların aklı karışanlardanım.
İşte tam da bu nedenle renklere, renklerle şekillenen hayatlara olan ilk aşkım; “Haki” renkle başlamıştı.
İşin aslı bu renge olan aşkım, belki de dünyaya gözümü açtığım anda, sağımda solumda, karşımda henüz anne kucağına bile kavuşmadan haki renkli bir doktorun kucağında başlamış, hep aynı renkle yaşamış, büyümüş, yürümüş, koşmuş. Okurken, okula giderken, gelirken, evde, alt katta, üst katta hep haki ile yaşamış ve kaderselliğin etkisi ile de sanırım hakiye olan aşkım neticede teamüle ererek 1982 yılında bütünleşmiştir.
Hep dışından gördüğüm bu rengin içine girmem gerekmiş, tam tamına 24 yıl inişli çıkışlı, bazen sevgiyle bazen kavgalı bazen soluk, bazen parlayan bir yıldız gibi sürmüştü, haki ile olan aşkım.
İlk aşkım sanırım beni bu nedenle her daim kovalıyor ve hakiye olan sevdam her ne suretle olursa olsun bitmiyor, belki de 1964 yılının Temmuz ayında peş peşe doğan 41 kız bebekten sonra ilk erkek bebek olmanın da ilahi bir güç yansıması oluyordu.
Malum, her Türk asker doğuyordu.
Her ne olursa olsun ilk aşkıma olan sevdam sonsuza kadar sürecek, doğduğum anda gördüğüm hakiler belki de beni geldiğim yere geri de götürecekler.
İnsan elbette farklı duyguları farklı alanlarda yaşayabilmektedir.
Kırmızıyı hep üstün renk olarak görmüştüm. Çünkü acıyı, mutluluğu, paylaşmayı, umudu her şeyi sanki üzerinde taşıyor, sanki o rengi gördükçe sıkıntılarımızdan kurtuluyor, özgürlüğün tadını güven içerisinde, kırmızının gölgesinde huzurla yaşıyorduk.
Al bayrağıma olan aşkım belki de kırmızılara, kırmızılılara daha farklı bakışımı sağlıyordu.
Kırmızıyı seviyor, bazı kırmızıları da sevdiğimi sanıyor hatta aşık olduğumu bile düşünebiliyordum.
Öyle ya kırmızı zor bir renkti. İçinde emek, alın teri, sevgi, değer, umut vardı.
Gelecek, geçmiş içindeydi.
Öyle ya, kırmızı kan’dı, vatandı.
İşte tam da bu yüzden kırmızı gerçekten aşık olunabilecek renkti.
Haki’nin verdiği disiplin, gurur, saygı, sevgi ve demokrat ruhu kırmızılılarda bulduğumu biran için sanan ben, biraz geç de olsa kendini kırmızıya döndürmüş karanlığı seven bukalemunlar ile birlikte olduğumu anlamıştım.
Çalışanda düşünen de aldanabilir, aldatılabilirdi.
Kavga, nefret, kin, öfke de gerçekte yaşanmayan aşkların sonucuydu.
Aslında tek taraflı aşk ancak vatan ve yaratanla yaşanırdı.
Ve bu coğrafyanın en çok oynanan oyunuydu; Bizans.
Anlamıştım ki kırmızı gerçekten çok zor bir renkti ve sadece al bayrağımıza yakışırdı…
Hata yapa yapa olgunlaşırdı insan, olgunlaştıkça da değeri artar, değeri arttıkça da düşmanı çoğalır.
Karanlığın rengini sevenlerce de kuşatılırdı.
Sonra bir çakır gözlü ortaya çıkardı.
İşte kırmızıdan nefret edenler, kırmızı ile kavgaları hiç bitmeyenlerdi bunlarda karanlığın renginde bukalemunlaşanlardı.
Bu nedenlerle olsa gerek ki kırmızımızı en çok yakıştığı yerde sonsuza dek dalgalanmak üzere bırakıyor, ona olan sevdam ve aşkımı tutkulu bir şekilde saklıyorum.
Terör örgütleri ile müzakere ederek sözde barış getireceğim diyenler hangi barıştan ve hangi savaştan bahsetmektedirler.
Anayasa değişikliği ile tekraren koltukta oturmak isteyenler, 23 yılda ülkeyi ne hale getirdiklerini görmeden şimdi de ucu açık ve sonu karanlık olan Ortadoğu cehenneminin karanlık dehlizlerinde pusuya düşürmeye çalışıyorlar Türk insanını, Türk Milletini…
Terör ve teröristle müzakere edilmez, mücadele edilir.
Orhan Şaik Gökyay’ın bir şiiri ile yazımı sonlandırıyorum, sağlıkla, sevgiyle kalın.
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır,
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
Tutuşup kül olan ocaklarından,
Şahlanıp köpüren ırmaklarından,
Hudutta gaza bayraklarından
Alnına ışıklar vuranlarındır.
Ardına bakmadan yollara düşen,
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır.
İleri atılıp sellercesine
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine
Şu kara toprağa girenlerindir.
Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı yakut olan bu vatan
Can verme sırrına erenlerindir.
Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlusundan görenlerindir.
Vahdi SARIKAYA