Ülkemde mutlu azınlık kaç kişi? Ne yer ne içer, nerelerde kendini mutlu hisseder, nasıl araçlara sahiptirler, tatil için nereleri tercih ederler?
İstatistiki veriler aracılığı ile tahmin etmekte zorlanmıyoruz ama ülkeyi mutsuzluğa sürükleyenlerin sayısı sanırım bu mutlu azınlığın sayısından çok da fazla.
Ve bu durum aslında çok daha tehlikeli. Çünkü maddi değerli her şey bulunur, yerine getirilir ama giden canlar, yanan canlar bir daha asla geri gelmez…
Yaklaşık olarak 800.000 km. karelik alanımız içerisinde çöplüğe çevirmediğimiz bir karış vatan toprağı kalmış mıdır acaba?
Bulan varsa, aman ha! evet burası demesin.
Otoyollar dahil, bütün yol kenarları plastik, cam şişe ve çöp atığı.
Bütün orman alanları, rant için göz konulan, doğal moloz döküm alanı ve çöplük alanı.
Bütün dere yatakları atık çöpler ile dolu.
Mağaralar çöplük halinde.
Yaylalar çöplük halinde.
Zirveler çöplük halinde.
Denizler, nehirler, dereler, göller her yer, her yer çöp.
Çöp, çöp, çöp.
Nüfusumuz arttıkça, göç aldıkça yanan orman, ölen canlı sayısı da katlanarak artıyor.
Yangınların artmasının sebebi belli.
İnsanımsıların sayısının artması ile alakalı sanırım.
Sonra ormanlarımız yanıyor, ciğerlerimiz yanıyor.
Tüh, tüh, vah vah…
Bu coğrafyada yaşayan bizler bu coğrafyayı gerçekten hak ediyor muyuz?
Atalarımızın bu coğrafya için kanlarını dökerek bize vatan ettikleri bu topraklara biz onlar kadar değer veriyor muyuz?
Hiç sanmıyorum.
Şimdi şapkalarımızı çıkartıp önümüze koyma vakti.
Son 10 - 20 yıl aralığında ülkenin bütün kıyıları inanılmaz derecede işgal edilip neredeyse betona gömüldü.
Bu durum karşısında mesut, mutlu ve huzurlu olanlar elbette ki toprak sahipleri ile onları mülk sahibi edenlerdi.
Ama doğal kaynaklar kıt ve gelenler de çok dikkatli değillerdi.
Nereden mi biliyorum.
Aksini ispat eden buyursun ispat etsin.
Nüfusu artan yerleşim yerlerinde yangınlar neden arttı?
Soru şu; ama insan faktörü, ama küresel iklim değişikliği nedenli de olsa bu yangınlar bir felakete dönüşmeden önlenemez mi?
Hatırlıyorum da, 2009 Ağustos ayında yine böyle büyük bir yangın yaşamış ve dönemin belediye başkanı olan şahıs “biz yandık, siz yanmayın” sloganı ile köylü, kentli, herkese ormanı sevdirecek programlardan bahsetmişti. Orman müzesi, kısa filmler, fotoğraf sergileri ve Ormanların korunarak yaşatılması için çeşitli eğitimler verileceğinden bahsetmiş, ben de işte lider bu demiştim.
2009 Doğanbey yangınından tam 10 yıl sonra Karabağlar’dan başlayıp Eski Orhanlı köyüne kadar 5.000 hektarlık bir alanda kızılçam ormanları yok olmuş, yıllar içerisinde irili ufaklı onlarca orman alanımız yanmış ve son olarak da daha dün yaşadığımız yangınlara kadar gelmişizdir.
Var mı duyan?
Hani bizim yanıp da sizin yanmamanız için geliştirdiğimiz farkındalık projelerinden haberi olan var mı?
Ormanı sevdirecek, onu koruyup, geliştirip, çoğaltacak eğitici programlara katılanlar?
Fotoğraf sergileri açıldı da ben mi kaçırdım acaba?
Ya da yanan ormanlar bölgesinde müze kuruldu, çocuklarımız, yazlıkçılarımız bu müzeye ziyaret kuyrukları oluşturdu da ben mi göremedim?
Hadi bunları yerel bir yönetici söyledi ve söylediği ile kaldı. Peki kamu adına hizmet veren kurum kuruluş temsilcileri, liderleri ne yaptı? Görev tanım formlarında ülkesine faydalı işler yapamaz mı yazıyor acaba?
Şimdi kafanızın üzerinde gelişi güzel duran afet müdahaleci şapkanızı çıkartıp önünüze koyunuz.
Afetlere hazırlık sadece afet acil durum çantası hazırlayarak, 8 - 10 ya da 40 – 50 kişilik bir ekip kurarak olmuyor.
Siz hiç duymadınız mı afet öncesi, afet esnası ve afet sonrası diye bir tabir.
Evet şapkalarınızı çıkartınız başınızdan.
Hangi okullara gittiniz, ilçenize misafir olarak gelen her yurttaşın eline broşür verdiniz, ilçenizin risk yapısını anlatıp, orman yangınlarına karşı hassasiyetlerinizden bahsettiniz?
Hangi orman köyünde yurttaşımızın kapısını çaldınız, hangi kurum ve kuruluşlara eksiğini, yanlışını, hatasını gördüğünüz uygulamaların düzeltilmesi taleplerinde bulundunuz?
Gelelim başının üzerinde “sade vatandaş” şapkasından başka şapka taşımayanlara;
Örgütsüz, sade yurttaşlar seferberlik ilan ettiler. Can siperhane yangından yangına koştular. Ayaklarında lastik terliklerle yangının içine daldılar, evlerinde ki iki şişe suyun birini yangın bölgesine taşıdılar, alkışlanacak alınlarından öpülecek işler yaptılar.
Çıkartın şapkanızı ve düşünün.
Risk analizleriniz içerisinde artık kanıksanacak boyuta gelen ve kangrene dönüşen bu yangınlar hiç mi yok!
Orman yangını söndürme göreviniz gerçekten baktığınız pencereye göre “yok” görünebilir. Ama bana kalırsa böyle bir şeyler deme hakkınız da hiç yok.
Hak, hukukunuzla alakalıdır.
Eğer bünyenizde doğa kaynaklı afetler için arama kurtarma birimi kurup, donatıp barındırıyorsanız. Afete dönüşen yangınlarda da göreviniz vardır.
Diyelim ki Orman Yangını söndürme göreviniz olmasın. Ama kesinlikle yangına sebebiyet verecek etkenleri uzaklaştırma göreviniz var.
Her ne kadar, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin İzmir Temsilcisi Sayın Vali, son dönemde çıkan yangınların sebebini elektrik hatlarına bağlasa da sayın Valinin sorumluluktan kurtulmak için böyle bir değerlendirme yaptığını değerlendiriyorum.
Ama sorumluluktan kurtulacam derken aslında baltayı da taşa vuruyor.
Sormazlar mı sayın Vali’m “o elektrik hatlarını neden denetlemedin” diye. İzmir’in risk analizinde orman yangını yok mu? Her yıl ormanlar yanıyor, bunları kontrol ettirdin mi diye?
Sormazlar sanırım.
Gerçekten de sormazlar.
Herkes şapkasını çıkartıp önüne koysun.
Uzaydan birileri bu topraklara ateş falan atmıyor.
Biz yakıyoruz, hatta belki de yakamıyoruz…
Ülkemiz coğrafyasında çıkan yangınların %95 - 99’u insan kaynaklı.
Peki bu yangınları çıkartanlar kim?
Biziz.
Ben, sen, o.
İçtiği suyun şişesini sokağa atan, içtiği sigarasının külünü de izmaritini de sokağa/yola atan, evine yaptırdığı tadilatın molozunu boş bulduğu herhangi bir yere gizlice attıran, ihtiyacı olmadığı halde gereksiz yere malzeme alan ve eskisini gözüm görmesin diye sokağa atan, bir adım yere özel aracı ile giden, tüketimi gerektiği için değil canı sıkıldığı için yapan.
Velhasıl sıcak hava ve yangına hassas bölgelerde ve durumlara aldırış etmeden dikkatsiz ve tedbirsizce ateş yakan, keyif yapan, iş yapan yani bütün bunları yapan ben, sen, o, yani biziz.
Aslında sadece bu ve benzeri durumlar bizim coğrafyamızın sorunu değil, yaşadığımız yüzyıl insanının sorunu.
Bütün dünyayı hiç ettik.
Dünya da bizi yakın zaman da hiç edecek adınız gibi emin olunuz.
İçmeye bir bardak su, yemeye bir somun ekmek bulamayacağız.
Yanan sadece ormanlarımız değil.
Yakan da sadece birileri değil.
Biziz hepimiziz.
Kamu gücü, kamu adına zarar verenlere verme ihtimali olanlara en ağır yaptırımları getirmedikçe bu konu yanacak orman kalmayana kadar devam eder gider.
Trafik denetimi adı altında 30 km. de bir radar uygulaması ile aslında kamu zararına neden olmayacak ama elbette ki trafik disiplinine zarar verebilecek kişilere karşı zorlayıcı tedbirler alarak ağır para cezaları getirmek tartışılabilecek bir konu iken, kamu malına zarar vereceği kesin ve net olan; aracından dışarı sigara külü ve izmaritini atana, içtiği su ya da içeceğin şişesini atana, çöpünü boş bulduğu her yere bırakana kamu’nun bu tarz cezai yaptırımları uygulamaması, bunların önüne geçilmesi için denetim ve kontrolleri sıklaştırmaması, çok ilginç değil mi?
Vatanını seven, onu yurt edinen liyakatlı,vicdanlı ve ahlaklı yönetesellik sergileyebilecek liderlere ihtiyacımız var.
Mış gibi yapanlara değil.
Çünkü yanan sadece orman değil.
Biz yandık, siz de yanacaksınız, ama yananların vebalini hiçbirimiz ödeyemeyeceğiz.
Vahdi SARIKAYA