Artık değil günlerin, haftaların, ayların birbirinden çok daha hızlı geçtiği, yaşamın ise olabildiğince hırpalanarak tüketildiği bir dönemde yaşıyoruz, yaşamaya çalışıyoruz.
Tarih yaşadığımız son 10 -15 yılı Anadolu topraklarının görmüş geçirmiş en çok iki yüzlü yönetselliğin sergilendiği dönem olarak yazacaktır.
Ekonomi dibe vurdukça yoksullukla mücadele eden geniş halk yığınları üzerindeki baskı arttı. Baskı arttıkça da basiretsiz ve beceriksiz siyasi figüranlar sayesinde, çark içinden çıkılmaz bir sarmala dönüştü.
Yoksulluk adeta kader oldu.
Covid 19, bütün dünyayı etkisi altına alan önemli bir salgındı. Ülkemiz gibi diğer ülkelerin de ekonomileri etkilendi.
Ama biz farklı etkilendik…
Arkasından Kahramanmaraş depremleri de cabası olunca, ulusun neredeyse tamamına yakını asgari ücretli yaşamda birleştirildi.
Gerekçe doğal olarak, doğal olmayan yollardan bulunmuştu.
Aslında kadim Anadolu topraklarında yaşayan ve artık yoksullukla yoksunluk arasında nasırlaşmış zihinli insanlar haline gelen, tek adamlı rejime karşı tek adamlı seçimle demokrasi yarışında gençleri cepheye süren Bizanslı politikacılar damgasını vuruyordu bu sürece…
Gelen vurmuş, giden vurmuştu.
Yaşlı ve yorgun Anadolu topraklarının bu kadim insanları her daim vergisini veren, devletine inanan otur denildiğinde oturan, kalk denildiğinde kalkan öl denildiğinde ölen insanların yaşadığı, yaşamaya çalıştığı coğrafyada varlık ile yokluk arasına sıkıştırılmış, genç Cumhuriyetlerinin daha kokusunu bile içlerine çekemeyenlerden oluşuyordu.
Bütün bu olumsuzluklar bir avuç “müptezel” sözde siyasi figüranın iktidarı ele geçirme kavgası ile farklı kulvarlarda farklı renklendirmeler ile şekilleniyordu.
İktidar tarafı, daha düne kadar rakipleri için ağza alınmayacak küfürler, yalan yanlış yönlendirme ve haberler, etkin basın yayın araçlarını devletin imkanları ile kullanarak yayıyor ve rakibini devre dışı bırakmaya çalışıyor iken birden bire bahsettiği sözde değil özde terör örgütü ve onun elebaşları ile halvete girme yarışmalarında bütün organları ile ipi göğüslemeye çalışıyorlardı.
Terörist seviciliği TBMM çatısı altında alkışlanıyor, vatan uğruna şehadet şerbetini içen, gazilik ünvanına erişenlerin “gönüllerini alacağız” deniyordu…
Artık ölene kadar iktidar koltuğunda oturmak şarttı. Çünkü bu gen yüce Allahın bir lütfu idi, kanaatkar, cefakar yoksul ve yoksun yanık tenli Anadolu insanı için.
Öyle ya çeyrek yüzyılda ülke ekonomik olarak şahlanmış, işsiz Avrupalı, Amerikalı, Asyalı gençler ülkemizde iş kuyruklarına girmiş, eğitim, sağlık, ekonomik, kültür, sanat, edebiyat, teknoloji, bilim, felsefe, enflasyon konularında 21 nci yüzyıla Türk Yüzyılı olarak damgamızı vuruyor hale gelmişizdir.
Bu nedenle bu iktidar ne yapıp ne edip daha en az bir 23, hatta 123 yıl daha devam etmelidir. Bunun için de her türlü yol denenip, bulunup, başarılmalıdır.
Yargı, Kolluk, İlahi güç hepsinin kullanılması da caizdir, elzemdir, zorunluluktur.
Kanunen ev sahibi ile kiracısı, kanlı bıçaklı hale gelmedi mi?
Aynı kurumda çalışan aynı mesleğin mensupları arasında maaşlarında ciddi farklılıklar yaratılmadı mı?
Enflasyon karşısında çalışan/emekli ayrımı yapılarak haksızlık yapılmadı mı?
Kadrolara Liyakatsız atamalar, mülakaat adı altında yaşatılan işkenceler sonucu ölümler yaşanmadı mı?
Adaletsizlikten, haksızlıktan, hukuksuzluktan, yoksulluktan, çalışmaktan, vergi vermekten, nitelikli hizmet alamamaktan bunalıp ülkede 75 milyonluk psikolojik sorunlu büyük bir kitle yaratılmadı mı?
Halen simit-çay hesabı yapılarak ay sonu hesaplanmıyor mu?
Peki bütün bu olumsuzluklara karşı iktidar karşıtı, iktidara en yakın rakip ve aday ne yaptı?
Bunalan toplumun gazını alarak iktidarın oyun alanını genişletti. İktidarın avlusuna açılan yollardan oluşan güzergahlarda bu geniş halk kitlesini peşine taktı ve sürükledi.
Doğru yaklaşımla “Tek Adam Rejimine Karşıyız” diyerek tek adamlı sözde seçimi dayattı.
Bunalan 85 milyonun 75 milyonu sanki her gün tatil programı için ETS turlarını takip ediyor, sanki her gün Audi, Wolksvagen, Skoda araç satın almak için galeri galeri geziyor, Nusr-Et’in mekanına değil, sokağına bile giremeyecek halde iken Nusr-Et’i Boykot ettiriliyor.
İlginç, halbuki çok doğru bir tez. Ama ne kadar doğru ise o kadar da yanlış algılatılan ve dejenere edilerek “hiç” leştirilen bence en büyük eylemsellikti “Boykot” çağrısı.
Yaşadığımız yüzyılda “özgürlüğümüz için, sürekli olarak gereksiz tüketimden vazgeçiyoruz” yaklaşımı kitlelere aşılanmalı siyasallaştırılmayarak bir yaşam kültürü haline getirilmeliydi.
Ama yapılan aşı yukarıda ki örnekler ile birlikte “bugün alışverişimizi yaptık çok şükür, yarın da boykotumuzu yapacağız” yaklaşımı ile arabesk siyasetimize arabesk bir eylemsellik daha katmış oldu.
Adaletsizlikten, hukuksuzluktan, haksızlıktan, liyakatsızlıktan, ekonomik istikrarsızlık ve gelir dağılımındaki dengesizlikten, gençlere, emeklilere, çalışan, çalışamayana, kadın cinayetlerinden, sokakta yaşayan dostlarımıza yapılan zulümden, yaşlılarımıza yapılan kabir eziyetlerinden; Bütün bunlardan bunalan, akli dengesi neredeyse bozulacak hale gelen sıradan insanların, kahrolanların haklarını böyle eylemler ile almayı düşündürüp de güldürmeyin kendinize kimseyi...
Hepmiz bunaldık, hepimiz sıkıldık. Zalimin zulmünün sonuna geldik. Ama işte tam da bu noktada, doğruyu bulursak demokratik ve çağdaş yola dönmüş oluruz. Bulamazsak tarih de birçok örneğin yaşandığı gibi sona doğru daha hızlı ilerleriz.
CHP lideri İngiliz İşçi Partisinin kendilerini yalnız bıraktığına alınmış.
Sayın Özel, Emperyalistlerin sunacağı "gül" zehirlidir, koklanmaya gelmez. Uzatacakları "ip" çürüktür güvenerek tutunmaya gelmez.
Biz, Gaziantep'de sahibi iktidarın millet vekili olan ve zulmünden ağlamaktan bile utanan işçi kardeşlerimizden güç almalıydık.
Biz Polonez işçilerinin eylemlerinde onlarla birlikte en önde yer almalıydık.
Biz, kadınlarımıza karşı her gün işlenen cinayetlerde sokaklara çıkıp, meydanları doldurmalıydık.
Biz, tecavüz sonucu hayatını kaybeden, kaybetmese de yaşayacağı hayata kahreden çocuklarımız için eylemler yapmalıydık.
Biz, rant uğruna talan edilen, yakılan, imara açılan arazilere karşı çığlıklar atıp, imar afları ile deprem ülkesinde enkazda kalan insanlarımız için "sesimizi duyun" diye haykırmalıydık.
Biz yanarak ölmesin diye elleri ile pencereden ölüme attığı çocuğunu, bir babanın nasıl atabileceğinin empatisini yaparak, 78 yurttaşımız için 81 ilimizde ateşler yakmalıydık.
Minik yavrularımızın, geleceğimizi emanet edeceğimiz çocuklarımızın okullarının temiz olması için, sağlıklı beslenebilmeleri için tuvaletlerinde sabun bulundurulması için eylemler yapmalıydık.
Velhasıl Saraçhaneyi dolduran kalabalıklar kadar gerekçesi olan konular hakkında birlikte birşeyler yapmalıydık.
Ama yapmadık
Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ tutuklandığında sesimizi çıkartmadık, çıkartamadık.
Neden?
Çok başarılı olduğunu savunduğunuz sözde geniş halk kitlelerinin desteğini alan partiliniz İmamoğlu, CB aday adaylığını açıklarken neden halen Belediye Başkanı idi?
Neden Tek Adam Rejimine Karşı Tek Adamlı Seçimi organize ederek bunca yıldır bunalan, ezilen bu halkın umutlarını tüketiyorsunuz.
Ama malesef biz "lider" olarak doğandan korkup, kendi eksenimize uygun liderler yaratmaya çalışan çok garip bir toplum olduk velhasıl kelam.
Arabesk kültürümüzün arabesk siyasete etkisi sanırım.
Son olarak da 6 Nisan da yapılacak olağanüstü genel kurulda;
Tükürücüler, Taşlayıcılar, Müesses Nizamın Askerleri, Paranın Tetikçileri Olan Medya Mensupları ve onların irtibatlı olduğu partililerinizi açıklayabilirseniz muhalefetin sesi olmayı ve iktidara yakın en güçlü aday olmayı başarabilirsiniz. Yoksa iktidarın avlusuna çıkan yolun rehberi olarak tarihin tozlu sayfalarında yerinizi alacaksınız.
Vahdi SARIKAYA