8 Eylül sabahına umutla uyandık. Türkiye genelinde milyonlarca çocuğumuz, yeni eğitim-öğretim yılına başladı. Öğrencilerimize başarılar, öğretmenlerimize verimli bir yıl diliyoruz. Okul bahçelerinde yankılanan o heyecanlı sesler, aslında hepimizin yüreğine umut serpmesi gereken bir tabloydu.
Ne var ki, aynı günün sabahında aldığımız acı haberle sarsıldık. Henüz 16 yaşında bir gencin, farklı gruplarla işbirliği yaptığı iddialarıyla Balçova’da bir polis karakoluna silahlı saldırı düzenlediği, iki polisimizin şehit olduğu, altı polisimizin yaralandığı haberi düştü ekranlarımıza. Güne böylesine ağır bir yükle başlamak hepimizin zihnini ve vicdanını altüst etti.
Krizlerle Boğuşan Bir Toplum
Bir yanda öğrencilerimiz çantalarıyla, umutlarıyla sınıflarına girerken; diğer yanda ekranlarda siyasetin iç çekişmeleri… Televizyonu açıyoruz, CHP’nin kurultay krizleri, parti içi tartışmalar gündemi meşgul ediyor. İktidar cephesinde ise verilen sözlerin çoğu hâlâ kâğıt üzerinde kalıyor. Vatandaşın aklı “yarın pazara çıkınca çocuğuma beslenme çantasına ne koyacağım” sorusuna takılıyken, siyasetçiler koltuk kavgalarıyla meşgul.
İşte tam da burada o meşhur söz devreye giriyor: “Filler tepişirken, çimenler eziliyor.” İktidarın yerine getirilmeyen vaatleri, muhalefetin iç çekişmeleri arasında olan yine vatandaşa oluyor. Çimen misali ezilen; öğrencilerimiz, velilerimiz, işçilerimiz ve emeklilerimiz…
Değerlerimizin Erozyonu
Bir başka acı tablo ise toplum olarak yaşadığımız duygu kaybı. Şehit haberleri geliyor, birkaç dakika üzülüyor, sonra gündelik hayatımıza devam ediyoruz. Komşusu açken tok yatanın bizden olmadığı öğretilmişti bize. Peki şimdi? Herkes kendi derdinde, kendi menfaatinde… “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışı toplumu sarmış durumda.
Sosyal medya çağında, gençlerimiz gerçeklikten kopuyor; ahlaki değerler yerini sanal beğenilere bırakıyor. Daha 16 yaşında bir gencin eline silah alıp kinle, nefretle polise kurşun sıkabilmesi akılla, vicdanla izah edilebilir mi?
Umut ve Sorumluluk
Bugün sadece beyin göçü yaşamıyoruz; duygularımızın göçüne de tanık oluyoruz. Toprağımız, suyumuz, çocuklarımız; hepsi bizim geleceğimiz. Ama bu geleceği ne yazık ki hoyratça tüketiyoruz.
Oysa biz, bu topraklarda birbirinin derdine koşan bir millet olarak büyüdük. Komşusu açken tok yatmayan, zor zamanda kenetlenen bir toplumduk. Şimdi yeniden o değerlerimizi hatırlama zamanı. Çünkü filler tepişirken çimenlerin ezilmesine daha fazla izin veremeyiz.
Geleceğe sahip çıkmak için çocuklarımıza, doğamıza, adaletimize, güvenliğimize hep birlikte sahip çıkmalıyız. Yoksa yarın çok geç olabilir.














