Bir şehir düşünün…
Dışarıdan bakıldığında huzurlu, sakin, güler yüzlü bir tablo gibi.
Ama o tablonun içinde bir Truva Atı var.
Dışarıdan ahşap, sade ve sessiz; ama içinde kimlerin, hangi hesapların, hangi planların döndüğünü kimse tam bilmiyor.
Belediyenin kapılarından giren rüzgâr artık serin değil; fısıltılar taşıyor.
Kim kimle hareket ediyor, kim kimi görünmez iplerle yönlendiriyor belli değil.
Bazıları “biz aynı gemideyiz” derken, o geminin rotasını değiştirmek için dümeni sessizce kıranlar var.
En ilginç olanı ise şu:
Kimi kişiler doğrudan şikayet edemiyor,
ama müfettişin önüne koydukları dosyalarla yön veriyorlar.
Bir anlamda görünmeyen bir masa kuruldu belediyenin içinde —
adına “adalet” deniyor ama niyeti “hesaplaşma”.
Kimi eski defterleri açıyor, kimi yeni senaryolar yazıyor.
Bütün bu hengamenin ortasında kaybolan ise halkın sesi.
Vatandaş hâlâ yolunu, çöpünü, suyunu bekliyor;
ama belediye içinde herkes birbirinin niyetini tartıyor.
Truva Atı, tarihte bir savaş hilesiydi.
Bugün ise bazı kurumlarda bir yönetim modeli gibi kullanılıyor.
Dışarıya hizmet, içeriye hesap.
Vatandaşın beklentisi şeffaflıkken, içerde bir beyin içi savaş yaşanıyor.
Beynin içinde dönen fikirler, hesaplar, dostluk maskeleriyle kaplanmış çıkar ağlarına dönüşüyor.
Oysa belediye dediğin; halkın evi, halkın sesi olmalıydı.
Birileri bu “At”ın içinde sessizce konumunu alırken, dışarıdaki halk hâlâ gülümseyen yüzlere inanıyor.
Ama unutmamalı:
Gerçek yıkım, dışarıdan gelen düşmanla değil; içerden gelen sessizlikle başlar.
Sessizlik, bir kurumun en derin çürümesidir.
Bir süre sonra kimse “neden böyle oldu?” diye sormaz, herkes “zaten böyleydi” demeye başlar.
Truva Atı Seferihisar’ın ortasında duruyor belki.
Ahşap değil, beton.
At değil, sistem.
Ama aynı taktikle işliyor: Güveni kullan, içeriye gir, sonra içeriden değiştir.
Belki de artık o atın içindekilere değil, atı içeri alanlara sormalı hesapları.
Çünkü bir Truva Atı, sadece yapanların değil; inanmak isteyenlerin eseridir.














