Değerli Okuyucularım,
Yine bir Ekim ayı ve 29’a yaklaştıkça, içimde iki duygu keskinleşiyor: Bir yanda Cumhuriyet’in muazzam kuruluş coşkusu, diğer yanda ise bu eşsiz mirasa karşı sergilenen nankörlüğe duyulan bir yazar öfkesi.
Meselemiz, basit bir siyasi tartışma değil; bir Varoluş Muhasebesidir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün gerçek felsefesi, bize her daim ileri bakmayı öğretir. O'nun da dediği gibi: "Milletimiz, büyük işler başarmıştır. Ama bütün bu yaptıklarımız yeterli değildir. Bize daha çok ve daha büyük işler yapmak lazım geldiği inancındayım."
Bu sözün derinliğine inelim. Neden "yeterli değil"? Çünkü O, milletinin nereden geldiğini, neyi aşarak buraya ulaştığını en iyi bilendi.Biz, hayali bir geçmişten gelmiyoruz. 1918'in sonundan bahsediyoruz: Osmanlı İmparatorluğu'nun dağıldığı, ordunun terhis edildiği, toprakların işgal edildiği ve milletin egemenlik hakkının ayaklar altına alındığı o enkazdan geliyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu, bir lütuf veya bir tesadüf değildir. Bu, tarihin en çetin koşullarında, bir milletin yoktan var edilmesidir.
Atatürk'ü eleştirenlerin gözden kaçırdığı en somut gerçeklik budur: O, bu toprakları sadece askeri bir zaferle kurtarmadı. O, elindeki askeri gücü, bilim ve akıl yolunda bir siyasi iradeye dönüştürdü. Saltanatı kaldırıp millete egemenliği verdi. Hukukta, eğitimde ve sosyal yaşamda yaptığı köklü reformlar, devleti çağın gerekliliklerine uygun, işler bir yapıya kavuşturdu.
O’nun vizyonu olmasaydı, elimizde sadece coğrafi bir yıkıntı kalırdı; bağımsız, laik ve uluslararası alanda söz sahibi bir devletimiz olmazdı. Bu, duygusal bir abartı değil, kayıtlara geçmiş siyasi ve tarihsel bir realitedir.Şimdi, asıl canımızı yakan noktaya gelelim: Bugün, kurduğu bu ülkenin sunduğu güvenceler sayesinde fikirlerini ifade eden bazı zihinlerin, kurucu lidere ve onun mirasına karşı sergilediği inkârcı tavır.
Burada, "sevmek veya sevmemek" gibi kişisel tercihleri tartışmıyorum. Mesele, bir ülkenin varoluş belgesini hazırlayan, kanla, irfanla ve dehayla bu tapuyu bize teslim eden kurucu iradenin, tarihi gerçekliğini reddetmektir.
Bu inkârcılık, akla ve vicdana sığmaz. Bir binanın içinde güvenle durup, o binanın temelini atan mühendisin emeğini hiçe saymaktır bu. Elimizde tuttuğumuz pasaportun, bayrağımızın, bağımsızlığımızın kimin eseri olduğunu görmezden gelmek... Bu, tarihsel bir körleşmedir.
Bu durumu başka hangi kelimeyle anlatabilirim bilemiyorum ama benim lügatimde, kendisine can veren eli inkâr etmek, doğrudan minnet duygusunun yok oluşu demektir. Bu tavır, vicdani bir "kanı bozukluk"tur, çünkü siyasi görüş değil, doğrudan vefayı reddetmektir.Azim ve Gelecek Borcumuz29 Ekim yaklaştıkça, Atatürk’ün o sözü bize yolu gösteriyor: "Yaptıklarımız yeterli değil."
Bizim borcumuz, O’nun kurduğu devleti ileriye taşımaktır. Geçmişteki varoluş mücadelemizi asla unutmadan, bilimle, akılla ve çağdaşlıkla yürüyerek, bu Cumhuriyeti O’nun istediği gibi "daha çok ve daha büyük işler" başaracak bir geleceğe taşımaktır.
Bu, bizim tarihe, emeğe ve bize bırakılan bu vatana karşı olan en büyük görevimizdir.Yaşasın Cumhuriyet! Ve bu ülkeyi bize emanet eden, bizi geleceğe azimle yönlendiren Mustafa Kemal Atatürk'e ve silah arkadaşlarına sonsuz minnet ve saygıyla...Sevgi ve Aydınlıkla Kalın!
Yine bir Ekim ayı ve 29’a yaklaştıkça, içimde iki duygu keskinleşiyor: Bir yanda Cumhuriyet’in muazzam kuruluş coşkusu, diğer yanda ise bu eşsiz mirasa karşı sergilenen nankörlüğe duyulan bir yazar öfkesi.
Meselemiz, basit bir siyasi tartışma değil; bir Varoluş Muhasebesidir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün gerçek felsefesi, bize her daim ileri bakmayı öğretir. O'nun da dediği gibi: "Milletimiz, büyük işler başarmıştır. Ama bütün bu yaptıklarımız yeterli değildir. Bize daha çok ve daha büyük işler yapmak lazım geldiği inancındayım."
Bu sözün derinliğine inelim. Neden "yeterli değil"? Çünkü O, milletinin nereden geldiğini, neyi aşarak buraya ulaştığını en iyi bilendi.Biz, hayali bir geçmişten gelmiyoruz. 1918'in sonundan bahsediyoruz: Osmanlı İmparatorluğu'nun dağıldığı, ordunun terhis edildiği, toprakların işgal edildiği ve milletin egemenlik hakkının ayaklar altına alındığı o enkazdan geliyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu, bir lütuf veya bir tesadüf değildir. Bu, tarihin en çetin koşullarında, bir milletin yoktan var edilmesidir.
Atatürk'ü eleştirenlerin gözden kaçırdığı en somut gerçeklik budur: O, bu toprakları sadece askeri bir zaferle kurtarmadı. O, elindeki askeri gücü, bilim ve akıl yolunda bir siyasi iradeye dönüştürdü. Saltanatı kaldırıp millete egemenliği verdi. Hukukta, eğitimde ve sosyal yaşamda yaptığı köklü reformlar, devleti çağın gerekliliklerine uygun, işler bir yapıya kavuşturdu.
O’nun vizyonu olmasaydı, elimizde sadece coğrafi bir yıkıntı kalırdı; bağımsız, laik ve uluslararası alanda söz sahibi bir devletimiz olmazdı. Bu, duygusal bir abartı değil, kayıtlara geçmiş siyasi ve tarihsel bir realitedir.Şimdi, asıl canımızı yakan noktaya gelelim: Bugün, kurduğu bu ülkenin sunduğu güvenceler sayesinde fikirlerini ifade eden bazı zihinlerin, kurucu lidere ve onun mirasına karşı sergilediği inkârcı tavır.
Burada, "sevmek veya sevmemek" gibi kişisel tercihleri tartışmıyorum. Mesele, bir ülkenin varoluş belgesini hazırlayan, kanla, irfanla ve dehayla bu tapuyu bize teslim eden kurucu iradenin, tarihi gerçekliğini reddetmektir.
Bu inkârcılık, akla ve vicdana sığmaz. Bir binanın içinde güvenle durup, o binanın temelini atan mühendisin emeğini hiçe saymaktır bu. Elimizde tuttuğumuz pasaportun, bayrağımızın, bağımsızlığımızın kimin eseri olduğunu görmezden gelmek... Bu, tarihsel bir körleşmedir.
Bu durumu başka hangi kelimeyle anlatabilirim bilemiyorum ama benim lügatimde, kendisine can veren eli inkâr etmek, doğrudan minnet duygusunun yok oluşu demektir. Bu tavır, vicdani bir "kanı bozukluk"tur, çünkü siyasi görüş değil, doğrudan vefayı reddetmektir.Azim ve Gelecek Borcumuz29 Ekim yaklaştıkça, Atatürk’ün o sözü bize yolu gösteriyor: "Yaptıklarımız yeterli değil."
Bizim borcumuz, O’nun kurduğu devleti ileriye taşımaktır. Geçmişteki varoluş mücadelemizi asla unutmadan, bilimle, akılla ve çağdaşlıkla yürüyerek, bu Cumhuriyeti O’nun istediği gibi "daha çok ve daha büyük işler" başaracak bir geleceğe taşımaktır.
Bu, bizim tarihe, emeğe ve bize bırakılan bu vatana karşı olan en büyük görevimizdir.Yaşasın Cumhuriyet! Ve bu ülkeyi bize emanet eden, bizi geleceğe azimle yönlendiren Mustafa Kemal Atatürk'e ve silah arkadaşlarına sonsuz minnet ve saygıyla...Sevgi ve Aydınlıkla Kalın!









