Ülke topraklarımızın %92 sinin deprem kuşağında, nüfusumuzun da %95 inin bu kuşakta yaşıyor olduğu bilgisi cümle alemce bilinirken, merkez üssü Silivri olan ve 23 Nisan 2025 tarihinde 6,2 büyüklüğü ile kendini hatırlatan gerçeğimiz karşısında etkin, yetkin ve çevresi geniş, örgütlü, örgütsüz tüm sözde ileri gelenlerimizce günlerce yapılan; hazırız, bekliyoruz, bütün unsurlarımız görev başında, geleceği varsa göreceği de var tarzı yaklaşımlarla, her an her yerdeyiz gibi vakur ve gururluca yapılan açıklamalar ile hatırlatılan "deprem" değil ama bu saçmalık karşısında artık şaşırmıyorum, şaşıramıyorum.
Evet, ne Ortadadoğulu, ne Uzakdoğulu ne Avrupalı’yız.
Biz sanırım gerçekten uzaylıyız …
Şairin "bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler" sözünü anımsıyorum.
Yahu iki yıldır yuvaları yıkılmış insanlara her sözler verilmiş ve iki yıldır verdiğiniz sözü tutamamışken, acılarını dahi yaşayamamış insanları unutmuşken ve biz bütün bu gerçekleri biliyor olduğumuz halde bize bilmiyormuş gibi davranarak neden kuru sıkı ile havayı kalbura çeviriyorsunuz?
Şaşırıyor musunuz? Şaşırmayın lütfen!
Hadi, daha yeni yeni okur yazar olmuş, ilim fen, bilim, mühendislik nedir diye yeni yeni bir şeyler öğrenirken yakalandığımız 1939 Erzincan depremi için; affedilebilir mazeretlerimiz olabilirdi, kabul da edilebilirdi.
Sonrasında yaşadıklarımız ise asla ve kat’a affedilemez.
1999 Marmara depremleri milat olmuştu, ülkemizin gerçekten deprem tehdidi ile yüzleşmesi açısından.
Sivil toplum örgütlenmiş, yurttaşlarda örgütlü toplumun bilinçli ve güçlü toplum olduğu bilinci gelişmiş ve yeşermeye başlamıştı. Bunun en iyi örnekleri de maalesef yaşadığımız acı tecrübelerde başarı olarak ortaya çıkmıştı.
Örneğin, Van depremi. Ülkemiz ölçeğine göre çok büyük sayılamayacak bir büyüklükte ve etkide olmasına rağmen 1999 Marmara depremlerinden dersini alan yurttaşlar ve kurumların etkin yaklaşımları sonucu bölgede binlerce Arama Kurtarma gönüllüsü-personeli yer almıştı.
Aslında bu 1999 Marmara depremlerinin milat olarak gerçekten kabulü ile alakalı bir gelişme idi ve tam da olması istenendi.
Sonra ne oldu.
Saatler, takvimler ilerledikçe unuttuk, yozlaştık, biat ettik, liyakatsızlıkları kanıksayıp sıranın kendimize gelmesini bekledik.
Kah yanarak, kah boğularak, kah çığ ya da enkaz altında kalarak.
Unuttuk, unuttuk…
Biz yaşamaya çalışırken, siz; paranın nereden nasıl kazanılacağını, para kazanmak için gücü nasıl elde tutacağınızı hesaplayıp kah imar afları çıkartarak, kah dere yataklarına, göl yataklarına kurulan kentlere göz yumarak, daha fazla para kazanmanın yollarını bulmayı marifet sayıp, sallayıp sallayıp durdunuz.
Neyi mi salladırlar dersiniz, tabiki kuru sıkıları…
İnsanları korkutmayın, kandırmayın, dalga geçmeyin yeter artık.
Biz deprem gerçeğimizin farkındayız ve onunla öle öle, yana yana, boğula boğula yüzleşiyoruz…
Kentsel dönüşüm adı altında rantsal dönüşümü değil,
Deprem vergisi adı altında toplanan paraların nerelere harcandığı belli olmayan kaynaklara yatırımı değil,
Gecelik fiyatı asgari ücretten bile fazla olan otellerde yangın ya da deprem, ya da herhangi bir kaza karşısında alınması gereken tedbirleri bir kenara itip paranın sıcaklığını yanan insanların sıcaklığına tercih edenlere değil,
Göz renkleri farklı olsa da gözyaşları aynı olan insanlara kulak vermenizi istedik.
Ama sanırım insanı insan olduğu için değil, para kazandırdığı için sevdik…
2023 Kahramanmaraş için henüz bir isim ya da yaklaşım bulunamadı sanırım.
Gerçekler ile yüzleşemeyecek kadar korkak insanların coğrafyasında yaşayıp, neden öldüğünü bile anlayamayacak yüzbinlerce insanın yok edildiği bir yönetselliği seven, tercih eden, savunan ve parçası olmak için şekilden şekile girenler ile birlikte aynı topraklarda maalesef birlikte yaşamak zorundayız.
Ülke gerçeği ile ilk kez mi karşılaşıyorsunuz?
Deprem nedir daha önce hiç duymadınız mı?
Hiç canınız yanmadı mı?
Kentsel dönüşüm de neymiş?
Kentlere can katacağınıza, olan canları da mı almak istiyorsunuz?
Evet sevgili okurum,
6,2 büyüklüğünde Silivri de meydana gelen depremden sonra günlerdir televizyonlarda yetkin ve etkin herkes konuşuyor.
Hep konuşuyorlar, çokça konuşuyorlar, ha bire konuşuyorlar.
Sonuç?
Arapların bir lafı vardır “külliyen toplantı, mafiş icraat” diye.
Bizde Türk kimliğimizden uzaklaştıkça külliyen konuşup konuşup duruyoruz.
Marmara bölgemizde etkili olacak bir deprem, elbette ülkemizin belini kırabilecektir.
Ama kim diyebilir ki Seferihisar’da yaşayan yurttaşımız Silivri’de yaşayan yurttaşımızdan daha az değerlidir diye. Ya da Erzincan, Muş-Bingöl, Kütahya-Gediz hatlarımızda yer alan şehirlerimizdeki yurttaşlarımızdan?
Evet, Silivri ya da Marmara Bölgesinin ekonomik değeri Seferihisar ya da Ege bölgesinden daha fazla olabilir.
Marmara bölgesinde kaybedeceğiniz ekonomik bir ürün için 3 ay fazla çalışırsınız olur biter.
Bu nedenle tüm bu etkin ve yetkin ağızlara artık bu ülkede belirli yörelerin depremsellik açısından daha önemli olduğunu ekonomik nedenler ile ortaya çıkartmaktan vazgeçmelerini salık veriyorum.
Çünkü depremlerde %99 başarı, başarı değildir.
İstanbul’da ki yurttaşımızda, Seferihisar’da ki yurttaşımız da, Erzincan, Bingöl, Kütahya, Van, Tokat’da ki yurttaşlarımız da yurttaştır.
Yurttaş değildir diyen yok ki demeyin sakın.
O zaman kentsel dönüşüm hikayesinin üzerini çizip, “Bütünsel, Ulusal Dönüşüm” olarak isimlendirip konuya daha doğru bakış ile yaklaşmalıyız.
Çünkü ülkemiz topraklarının %92 si deprem kuşağında yer almaktadır.
Yakın tarihimizin en trajik olaylarından olan 6 Şubat Kahramanmaraş depremleri 120.000 km2 lik bir alanda 11 il merkezimiz, 124 ilçe merkezimiz 6.929 köy ve mahallede ağır yıkımlara yol açmış, 13.5 milyon yurttaşımız doğrudan, 85 milyonumuz ise dolaylı olarak etkilenmişti.
Yarın sabah televizyonlarımızı açtığımızda bu ülkenin her hangi bir yöresinden benzer görüntüler ile uyanmayacağımızı hiç kimse garanti edemez.
Ülkenin genel idaresinden sorumlu hükümetimiz artık bu gerçek ile gerçekten yüzleşip biran önce depreme karşı dirençli kentler için ulusal seferberlik ilan etmeli, kentsel dönüşümden vaz geçip ülkesel dönüşüme odaklanılmalıdır.
Valilerimiz, kaymakamlarımız, daire amirlerimiz afetlere karşı hazırlık ve denetimleri yapıyormuş gibi değil, yılda bir kez zorunlu olduğu için değil, zorunluluğun illaki mesai saatleri içerisinde olacağı Allahın emri imiş gibi değil de gerçeğini aratmayacak şekilde yapılmasını sağlamalı ve mutlaka bu etkinliklerde aktif olarak yer almalıdırlar.
Üniversitelerimizin çok kıymetli rektörleri; öğrencisine kayıt yaptırdığı andan itibaren mezun olacağı yıla kadar temel afet bilinci eğitimlerini aldırmış, saha çalışmalarına katılabilecek, mezun olduğunda da ülkesine arama kurtarma konularında gönüllü olarak yardıma koşacak insanlar yetiştirmekten sorumlu olduklarını unutmamalıdırlar.
Öğrenci sayısı on binlerle ölçülen üniversitelerimizin arama kurtarma konularında eğitimli donanımlı öğrenci sayısı da onbinlere ulaşabilmelidir.
Yerel yönetimler ise adından anlaşılacağı gibi yerinden yönetim, yani bölgeyi, bölgenin bütün özelliklerini en iyi bilen insanların yönetimidir.
Büyük felaketlerle karşı karşıya kalan yerel yönetimler, ulusal ya da uluslararası yardımlar gelene kadar kendi kendine ayağa kalkmaya çalışabilmeli, ilk müdahaleleri doğru ve zamanında yapabilmelidir.
Malum, ilk saatler aslında en değerli saatlerdir. Özellikle depremden etkilenen insanlarımız için ilk 8-10 saat hayata tutunabilmek anlamında altın saatler olarak tabir edilecek kadar önemlidir. İşte tam da bu nedenledir ki; her yerel yönetim kendi yöresinde bu tarz yapıları kurmalı, oluşturmalı, desteklemeli, eğitim, lojistik, personel konularında desteklerini esirgememelidir.
Kendine yakın ve aynı jeolojik yapı içerisinde olmayan yerel yönetimler ile işbirlikleri yapıp gerçekçi tatbikatları ve eğitimleri neredeyse her ay yapacak şekilde planlamalı ve bunları yöre insanına anlatıp, aktarabilmeyi başarmalıdır.
İl ilçe Milli Eğitim Müdürlükleri ve tabiki Milli Eğitim Bakanlığı, ülkenin geleceğinin anahtarları olan gençlerimize temel afet bilincini aşılamalı, zorunlu bir vakit kaybı gibi değerlendirilen ve yılda bir kez kerhen yapılan tahliye tatbikatlarını daha gerçekçi şekillerde usullerine uygun ve elbette her ay planlı, plansız şekilde yaptırılmasını sağlamalıdır.
Milli eğitimin bu konuda göstereceği performans ülkemizde her haneye girerek bu eğitimin ve başarının taşınmasına sebep olacaktır.
Sevgili okurum,
Uzun ve zor bir yol gibi görünse de afetlere karşı dirençli toplum ve kentler oluşturmak istiyorsak bu seferberliği birlikte istemeli, birlikte çalışmalı ve başarmalıyız.
İmar mevzuatlarına uygun yapılar tercih etmeli, imar planlamalarımızı afet risklerine karşı geliştirip uygulamalı, uygulatmalıyız.
Bu felaketlerin fıtrarı doğal bir olay olmasıdır. Doğal olmayan ise, insanların aç gözlülüğü, denetimsizliği, fırsatçılığı ve pisliğidir.
Unutmayınız ki deprem değil, binalar öldürmektedir.
Afetsiz günler dileklerimle
Vahdi SARIKAYA
Değerli hocam emeinize sağlık iyi gün dileklerimle sağlıklakalın sevgive saygılarımı sunuyorum
Yara çok büyük olsa da, çözümsüz değil... Ne güzel özetlemişsin, kalemine sağlık. Önce insan kalitesi yükselmeli elbette, Milli Eğitim, Milli olmayan kadrolardan temizlemek gerekiyor. 23 yıldır etkin olan, şimdi de Bakan olan Beyfendiden bunu bekleyemeyiz. Sevgiler.
Kalemine saglık bından daha iyi izah edilemez anlatılamaz teşekkür ederiz